22.12.2010

BrainZ!

Zombiapocalipse edebiyatına karşı hafiften bir zaafım var diyebilirim. Bunun sebebi klasik nukleer savaş sonrası çölleşmiş ortam, yıkılmış şehirler veya kafası kopmuş Özgürlük Anıtı yerine nispeten sağlam mekanlarda ve belki daha fazla umutsuzluk içeriyor olmaları. Öte yandan babanemizi tekrar öldürmek zorunda oluşumuzun getirdiği ruh hali var.

Süper yaprak sarma yapan kadının gözüne çöte diye ateş etmek üzer bu bünyeyi.
Neyse

the Walking Dead gayet başarılı bir çizgiromanken kanımca gayet güzel bir şekilde dizi haline getirildi. Tabi öyle bir eseri batırmak zor çünkü zaten çizim halinin takdir toplamasının sebebi karakterlerin gerçekçiliği, içtenliği ve an be an gelişmeleri. Karakterler ilk bölümde elde tüfek salya sümük ağlayabiliyorlar. Buna rastlamak pek kolay değil. Diğer yapıtlarda zombi gören şişe dibi gözlüklü, kara kuru laborantın Rambo'ya dönüşmesi 10 saniye falan alıyor. "Zombi mi var? Getir!" kafası hoş değil.

Konuyla ilgili bir diğer okunması gereken eser ise "pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane" kategorisinde sayılabilir. Şayet bir zombi apokalips gerçekleşti ve siz bu yazıyı o zaman okuyorsanız durduk yere niye nar dedi gibi bir kafa karışıklığına yakalanmanızı anlayabiliyorum. Ben bu bilmecenin edebiyattaki karşılığını kastetmiştim. Elektrik yokken nasıl bunu okuyorsunuz bilemiyorum gerçi ama ben antolojileri kastetmiştim. Beş buçuk satır girizgah yaptığım bu antolojinin adı gayet net. ZOMBIE. Her hikayede hmm vaay ouu hıı dedirtmeyi başarmış yazarlar seçilmiş. İlk hikaye İsa'nın dirilttiği Lazarus ve undead (ki terimi bilmeyenler buraya kadar neden okudu bilemesem de bu kabaca ölememiş olarak tercüme edilebilir.) olmanın yaşattığı durumun psikolojik incelemesi denebilir.

Son zamanlarımı bu arkadaşlara adadığım için geceleri rüyalarıma giriyorlar. Onbeşmilyor zombi oyunu oynadığımdan baya deneyim sahibiyim dolayısıyla zombilerin olduğu rüyalarıma kabus diyemiyorum.
Dün gece geliştirdiğim toplu tekrar-katliam yöntemi ise kanımca çok işe yarayabilir.

Zombi dediğimiz arkadaşlar bir çok kaynakta insan kısmı öldükten sonra hayata dönmüş varlıklar olarak tanımlanıyorlar. Can çıkmadık yerde umut vardır gibi bir laf vardı sanırım. Boşverelim bunu. Zombi dediğimiz arkadaşlar genelde komple içgüdüleriyle hareket ederler. Dolayısıyla yüksek ses, veya ağır kokular kendilerini çekmektedir. Bazı yerlerde gayet üzerimize çürümüş et yapıştırıp, merm müörm gibi sesler çıkararak zombi sürüsünün arasından yavaaaĞşça geçebiliriz.

DEMEK Kİ
ambulanslar, polis araçları, itfaiye araçları veya pimpilmiş (ehehe) araçlar gayet yem olarak kullanılabilir... Bu araçları olimpik havuza atıp ses çıkarmalarını sağlarsak Çin halk havuzlarının yazınki haline benzer bir durum yakalayabiliriz. Fekat bu zombi denen götler ponpon kızlar gibi piramit oluşturamasa da gayet birbirlerinin üzerine tırmanabilmektedirler. Havuzdaki aracın sesi kesilir kesilmez yanıcı bir sıvıyla arkadaşları dezenfekte edebiliriz. Kokar ama ne kadar kokabilir ki şimdi siz de...

not: Bu durum zombiliğin büyü temelli değil hastalık temelli olduğu durumlarda geçerlidir. Yoksa büyücü amca bırak amcamı diye kafamıza ateş topu falan atabilir ki Ghostrider'da güzel görünmesine rağmen benim tercih edebileceğim bir body modification değil yanan kafa falan.

2.11.2010

Pistanbul

Benim zamanımdan önce İstanbul güzel bir kadına benzetilirmiş. Çocukluk dönemimin sonunda bu güzelliği sadece parası olanların rahartça yaşayabildiğini farkettim. Daha sonra bu şehrin orospuluğu Sulukule mahsulüne döndü (ve evet ilginçtir ki oradaki kaçak genelevlerle ilgili bilgi sahibiyim). Eskiden ada vapuruna binerken eldiven giymemiş kadınlara bayağı gözüyle bakılırken ben şemsiyeye şemşiye dendiği zamanlarda doğdum. Şehir ne zaman varoş kaltağından "su katılmamış öküz"e dönüştü bilemiyorum. Yağmur çiselerken yoğmıra şömsiya nidaları yükseliyor artık buralarda. Bir noktada, ki o kadar da uzak bir gelecek değil, ayakkabılarının topuğuna basmadığı için insanlar dışlanacaklar. Biz Türküz konu başlığında listelenen özelliklerden sadece her Türk asker doğar lafı önem taşır oldu. Anne ve kızkardeş kutsallığı da sadece dilde mesela. Sokakta annesine küfredildi veya kız kardeşine laf atıldı diye adam bıçaklayabilen humanoidler eve döndüklerinde kardeşlerini dövüp annelerini tehdit ederek paralarına el koyabiliyorlar üstelik. Kızın hayatında başına gelmiş tek tük güzel şeyse kilim seçerken "Seni o kilime dürüm yapar yerim." şeklinde atılmış laf gibi şeyler oluyor. Öküzlük cinsiyetle bağlantılı olmadığından stereo olarak geliyor ve aynen geldiği gibi kanıksanıyor. Kitap okumanın entellik, enteliğin zayıflık olarak algılandığı bir şehir artık burası. Aslında şehirden çok köpeklerin bile cinsel obje olarak göründüğü ancak seksin imasının dahi, küfürler haricinde, tü kaka cıs olduğu büyük bir köy. İnsanlarının Araplara özenmeye başlaması din adamları tarafından güdülmeye başlandıkları zamana denk geliyor. Asla onlar ve çobanları kadar zengin olamayacaklarını farketmeseler de sokağa sıçmaya başlayarak Araplaşma yolunda büyük ama insanlık için DEV bir geri adım attılar. Ben de bu Arabesk dinleme yavşaklığını anlayamıyorum lakin Boğaza bakıp duygulanan insanları ibne diye yaftalıyor bu şehir. Önemli değil gerçi bu çünkü fonda Emrah Ablak karikatürlerindeki öküzlerin baharey obaroy helelöy şeklinde örneklenebilecek sesleri yankılanıyorken İstanbul Boğazı sadece "su lan işte".

4.10.2010

Her şeyin bir şeyi var

Konuyla ilgili pek birşey bilmesem de bu sefer sevgiden bahsetmek istiyorum.

Efenim bu olgu çok çeşitli. Arkadaş sevgisi, evebeyn sevgisi, araba sevdası ve hatta ayak fetişi gibi türleri bulunabilmesinin ötesinde bu klasmanların her birinin içinde değişik şekillerde görülebiliyor bu duygu.

Shakespeare zamanlarında (ki tam tarihi bilmiyorum geçen sene de olabilir) her duygunun ayrı bir organdan kaynaklandığına inanılırmış. Şehvetin karaciğer kaynaklı olduğunu Macbeth ve Julius Caesar isimli eserlerde görebiliyoruz. Düşününce bizim şimdi içtiklerimiz o zamana kıyasla sulandırılmış bebe formülleri. Gelmeye çalıştığım nokta içip içip yürüyen her şeye tecavüz etmenin normal sayıldığı zamanlarda, insanlar "karakaçana bak vışş" derlerken karınlarının sağ tarafında ağrı olurmuş. Buna şartlanma da denebilir "azdım üstelik karaciğerim ağrıyor... hmm..." şeklinde kurulan mantık bir yerden sonra direk "karaciğ-memekuku" haline geliyor.
Ama eskidenmiş o. Şimdi teknoloji ilerledi karaciğerin beyinden haberdar bile olmadığı öğrenildi ve poetik doktorlar (ki bunlar bildiğin gerizekalıdır) "Evet aşkın karaciğerle alakası yok. Zaten karaciğerin kendini yenileyebilmesi ama aşk yarasının kapanmamasından belliydi" gibi açıklamalar geliştirdi.
Henüz Türk Tabipler Birliği emolar doktor olamaz gibi bir açıklama yapmadığı için ufukta hala kara bulutlar var (bu bulutların çoğunun saçı çok acaip).
Öte yandan günümüz edebiyatının da şişirmesiyle aşkın kalple falan alakadar olduğunu savunanlar hala mevcut.

"Göğsüm yanıyor, kalbim pırpır atıyor, midemde kelebekler var" gibi söylemler türedi.
Romantizmden uzaklaşamayacapımıza işaret olan bu kalıplara açıklama getirmek istiyorum ki bitsin bu duygusal ıym mıym hmam çksvyrm kafaları da evrilelim ve "Gördüm işte baktın kızın kıçına" triplerinden de kurtulalım. (Ayrıca baktım evet. Kocamandı, görüş alanımın %çokunu kaplıyordu bakmamam mümkün değildi napabilirim?)

Göğüs yanması büyük ihtimalle reflü canım. "Sabah kahvaltısında simit ve ayran hem çok ekonomik hem çok sağlıklı oluyormuş." Arkadaşım. Bak. Sen sabahın köründe gelip dişinde susamlarla benimle bağırarak konuşuyorsun. Beni de bir kadın yetiştirdiği için bünyeme sonradan eklendiği bariz duran bir kibarlık tavrı içinde söylediklerine sadece kafamı sallamak yerine gülümseyerek de cevap veriyorum. 10 dakika sonra susam mideni yaktığında bana aşık olmuyorsun. Gayet annemin kabahati bu "Ümitlendirdi ama sevgilisi varmış..." demenin anlamı yok.
Kalbin pırpır atması ise mümkün değil. Pır atmak diye bir kelime grubu da yok hatta. Pır atmak anca gelecek neslin jargonunda şimdinin "atar yapmak" gibi bir anlama gelebilir. Şimdi aklıma azıcık osurdum demek gibi bir şeyleri getirdi. Kalple bağdaştırmayın bunu bir garip oluyorum. Taşikardidir diyecektim kendi dikkatimi dağıttım. Aşık olup kalbi cart curt salan var mıdır lan? Ya da herhangi bir koşulda kalp kapakçıklarından bırt pıtıpıtıpıtı gibi sesler çıkıyor mudur? Bilemedim şimdi.
Midendeki kelebeklere gelince... Ulan siz yapıyomuşsunuz bütün benzetmeleri sindirimle alakalı? Ben ne diyim ki şimdi? Hava yutmuşundur ya üstten çıkacak o ya da 8 metre daha gidip tıs edecek. Ki çok gariptir bir çok kız sesli osurursa hemen sonrasında inca bir ay sesi geliyor (ağızdan lan! hayvanlara bak ya...) ki bu da cinayete kaza süsü vermektir direk.

Materyalist takılınca sevgi konseptini anlamak zor oluyor anlayacağınız. Mesela sevgilim benim neyimi beğeniyor pek bilmiyorum ama sürekli bir ayy canım efektini müteakip mıncırılma seansları yaşıyorum. Mıncıkladığı yerleri beğendiğini düşünmeye itti bu davranış. Öte yandan ben kendisinin gözlerini çok beğeniyorum lakin kan tutuyor beni. Mıncırmayınca sevmiyorsun diyolar. BAH. Bu klasik sevgi gösterme yöntemlerini kullanmayınca sevgiliden trip dişi arkadaşlardan "oha hayvan" tepkileri alıyorum.
Daha önce bahsetmiştim çiçek bitkinin cinsel organıdır. Almam kesme çiçek sevgilime kesinlikle. Geçen gün arkadaşlarının yanında bunu söyleme gafletinde bulundum. "Oha öküz çiçekler renkli ve kokuyorlar." dendi. Bunu diyen arkadaşlara en yakın sex shop'a gitmelerini tavsiye ediyorum. Renk koku neymiş bir öğrensinler. (Dev bir göt olmuşluk hissi yaşamışım bu kadar içimde kaldığına göre.)

Zaten küçük yaşta küçük prensi okumaya zorlanmış biri olarak basmakalıp konsept davranış ve cümlelerden tiksinen biri oldum. Bioloji bilmeseydim de çiçek almazdım herhalde. Kağıttan falan yapardım.

Bir diğer basmakalıp konsept olan "Ayy bak Maaamut penguenler de tek eşliymiş ne şirin." veya "Maaaamıııt Arzuberkin Anneannesiyle dedesi 85 yıldır evlilermiş ne hoğş" söylemleri var. Bu lafların temel tercümesi "Başkalarının götüne bacaana bakmak yok Mahmut"dur. Biz erkek ırkı olarak dişi ırka kıyasla gerizekalı olduğumuz için kız konuşuyor olarak etiketleyip hııı evet hoşmuş cevabını yapıştırıyoruz. Bir ademoğlu da çıkıp "Lan bir penguen neden çok eşli olsun ki hepsi aynılar." veya "Arzuberkin anneannesi ve dedesi 40 yıldır Alzheimer'la boğuşuyor. Anaokulu aşkı onlarınki." demiyor.
Gerçekten gerizekalıyız. Dünyayı yönettiğimize bile inandırdılar.

Neyse
Bir de ete dair yanı var bu sevgi denen şeyin. Adına da derler seks. Kadınlar seksi erkeklerden daha sık düşünür. Erkeklerin sapık olarak sıfatlandırılması ise kadınların sandalyede sağa sola sallanarak bile tatmin olabilmeleri ve erkeklerde topluluk içinde masturbasyonun bir erkek tarafından bile en azından OHA efektiyle tepki görmesidir.
Bu arada geçen gün otobüste yanımdaki adam, 10-15 dakika pantolon üstünden takıldı gayet. Kesinlikle oha diyemedim. Neye bakıyor diye merak ettim önündeki teyze arkasında Sütaş ayran reklamı olan bir gazete okuyordu. Belki teyze hoşuna gitmiştir diye düşündüm ama ne bileyim şimdi. Herkes ayrı kafada. Nette ampüte cüce gay pornosu bulmak bile çok kolay. Ben teyzeye bakınca oha bu derinin içine 4 kadın sığdırılır gerersen diye düşünüyorum; yanımdaki adam ben o karıyı gererim abi diye düşünüyodur. Bilemiyorum. Her şeyin bir şeyi var (her kör satıcının kör bişeyi... neydi lan o? alıcının satıcısı? satıcının köpeği? atasözünde kör köpek olur mu olur aslında?)
Neyse dağıldım 31ciyi düşününce.

Nerde kalmıştım?

hah. Şimdi aıy ne fesatsın tepkilerini sık alan pipili arkadaşlarıma bir tavsiyem var. İlişkinizde en çok cinsellikle ilgili espri yapan kim? Yaaa dimi? Sonra da masum ayaklarına yatıyolar.
Hemen "Ay Ayşe inanamıyorum sana yağne bütün kadınlar da aynıymış ayol" moduna girmeyin. Kültürel bişey bu. Rusya'da bir kız 16 yaşında ve bakireyse bi sorun var diye düşünülüyor. Burada evli değilken el ele tutuşan orospu oluyor. Ki bakın bu da gene anne anneanne kabahatidir. Erkek düşüncesi olsaydı şimdiye kadar birimiz mutlaka çıkıp "o ne biçim orospu ya? kendimizi beğendirmek için o kadar kasıyoruz olmadı para döküyoruz belki veriyor" derdi.

Çok sığ olduğumu düşünüyorsanız size küçücüğk bir tavsiyem var. Balıklama atlamayın. Boynunuzu kırarım. Yaparım bunu.

öptüm baay

ps: öptüm her yerinden lafı ise iki cinste de aslında neremi öpmeyi istiyo acaba sorusunu ortaya çıkarıyor ki bu hepimizin hayvan olduğunu görmemiz için Darwin'in Origin of Species'ini okumamızın şart olmadığını gösterir.
pps:şimdi okuldayım ama evde yazıyor olsaydım Bloodhound Gang- The Bad Touch dinlerdim

16.08.2010

OHA!

Bilmem farkında mısınız ama evrim için teori diyenler (ki maymun teorisi diyeni bile duydum ki bence kişinin zekasını belirten bir söylem bu) sadece etrafa bakarak evrimi görebilirler.
Ahtapotlar geleceği görmeye başladı demek istemiyorum (mutantsın Paul'cuğum senin olayın bireysel bir evrim). Ben geçen gün sessiz uçan sivri sinek gördüm...
Martı sesinden duymamışsındır diyebilirsiniz fakat nedense kanatlı götler o saatte (kargaların kahvaltı yapmasına mı şaşırmışlardı bilmiyorum ama) viyaklamıyorlardı. Minyatür dişi vampiri görmem de tam o ana geldi. Gözlerimiz kenetlendi. Sivrikızdan çıt çıkmıyordu... vız da çıkmıyordu tabi...
Uzun süredir ilk kez korktum çünkü tam gözümün önünde havada asılı duran ve hiç ses çıkarmayan bir varlık vardı. Belki bir önceki gece duvar kağıdına eklediğim sineğin hayaletidir diye düşündüm fakat onu da duvara bir öncekinin yanına yerleştirince cismi birşeyle karşı karşıya olduğuma şüphem kalmadı. Dede ağızlarını bırakmak gerekirse benim bu olaydan anladığım şey şudur.
Ya bu hayvanlar artık sessiz uçacak şekilde evrildiler ya da eskiden de sessiz uçabiliyorlardı ama damar görünce hücuum diye bağırarak dolaşıyorlardı ve şimdi bunu yapmanın aptalca olduğunu farkedecek kadar zekileşerek evrim geçirdiler. Geçirildi bir evrim yani. Bir şekilde oldu bu.

Martılara gelince...
Kendimi tamamen hayvan sever olarak adlandıramayacağımı bana gösterdikleri için kendilerine teşekkür ediyorum. En sevmediğim hayvanın martı olduğuna karar verdim. Tadları da saman gibi oluyor zaten.
Ben balkona çıksam karga bokunu yiyene kadar arkadaşlarla geyik yapsam illa polis çağırılır. Bu kuş beyinliler (ki kuş oldukları için şu an bir tatminsizlik yaşıyorum) konuşacak konu bile yokken sabaha kadar gev gev takılıyorlar. Uyumak zaten kodumun sıcakları yüzünden zor bu hayvanların (gene o his bak) sesleri yüzünden ben sabah sinek görünce "ulan acaba duvarın tepesine kadar sessizce tırmandı da ordan süzülerek mi indi?" diye düşünürken buluyorum kendimi. Ki kendime olur mu öyle şey dediğim anlarda çok utanırım ben. Planör gibi takılan sinek fikri ise hayalet sinek fikrinden daha saçma...

neyse
sıcak
ve ben bu blogu yazmayı bir aydır erteliyorum bu güzel caaaanım sıcaklar yüzünden.
Geçen gün nem oranı %100 idi... bir bardak suyun nem oranı kaç diye merak etmiyor değilim...

9.07.2010

what do we want? BRAINS! when do we want them? BRAINS!

Gün geçmiyor ki kendimi daha bir psikolog, efenim, daha bir "kafatası muhteviyatı benden sorulur" hissiyatıyla dolu bulmayayım.
Yaz okulu için kendi okulum olan Bilgi üniversitesini değil Boğaziçi üniversitesini seçtim. Bu nedense daha bir eyt kendim dedirtti. Bu okulu seçmemin sebebi bizimkisinden daha ucuz olması gerçi. Farkla PS3 alma planı yapıyo olmasam ne seçicem zaten di mi? Bina ne öğretebilir ki zaten... (ya da BANA ne öğretebilirler ki?) breh breh falan

Neyse şu büyük dağları ben sıçtım havasından çıkarak söylemem gereken birşey var ki o da şudur: ben lisemi çok özlemişim. Boğaziçi güney kampüs bildiğiniz üzre Robert Kolej'in ilk yeri. Sonra Arnavutköy Kız Kolejiyle birleşmişler ve içgüveysi olarak Arnavutköye taşınmış Robert. Kendi evini de kardeşine bırakmış gibi olmuş ama kız evi de bir değişik be kardeşim... Okula bi bakıyosun çükünüzü güvenliğe teslim edin der gibi binanın (Gould Hall) üstünde hayvan kadar American College For Girls yazıyor. (gerçi bu son cümle -miş'li geçmiş zaman ekli olmalı artık çünkü erguvan denen bir bitki kardeşimiz soldan soldan bu yazıyı siliyor. ben mezun olduğum sene sadece ican college for girls yazıyordu. Yakında or college for girls yazacak.

Bu psikoloji okuma olayım da transhumanist yapımla birleşince süper bir şey ortaya çıktı. Bilişsel nöropsikoloji masterı yapmaya karar verme sebebim de bu zaten. Şöyle ki bu meslek yapay zeka yaratımında çok faideli olabiliyor. Hatta o yapay zeka abi beni kimse anlamıyor ya diye geldiğinde "gel canım yan programları ve virus korumanı kapat anlat bakalım neye kızdın" diyebiliyoruz.

Gerçi ben bu yapay zeka konusunda da biraz kararsız gibiyim. Lisedeyken "flesh is the new metal" diye bir motto edinmiş ve genetik mühendisliğini kafama koymuştum (lakin bu konuda hiçbişey yapmayınca bağ yerine dağ oldu o plan).
Nedir bu yapay zeka yaratma merakı?
Yani "abi biz oturalım o çalışsın" gibi bir sebep varsa bu direk akıllı alet yapalım demek oluyor. Şayet yok abi hayat karbon bazlı olmak zorunda değil sibernetik hayat yapalım diyorsan bu gayet naif ama içinde süper idealist bir sevgi barındıran bir söylem oluyor. Benim kafamı karıştıran iki sebebin birbiriyle iç içe olması.
Madem hem akıllı alet istiyosun insan zekasını şablon olarak kullanma mesela. Lassie diye bir dostumuz var (ki dizide ne dediğini pek anlayamıyorlardı) onu taban alalım yapay zeka araştırmalarında? Çok akıllı bir köpek olsun ama köpek olsun yani. İnsan gibi yaparsan git gazetemi getir dediğinde bir noktadan sonra en iyi ihtimalle (yapay zekanın pasif agresif olması durumunda) gazetenin bulmacasını çözer de getirir. En kötü ihtimale örnek ise arkadaş kızdığında çok afedersiniz o gazeteyi anüsümüzün iç çeperiyle okumak zorunda kalışımız olur ki Fatih Ürek bunda pek sorun görmeyebilir (okumayı bilmiyodur demek istemedim).
Lakin hatırlıyorum bir bölümde Lassie başka bir collie ile iş birliği yapıp (ki niye o cins it seçmişler bilmiyorum en zeki olan mıdır nedir?) voltran oluyorlardı. Araya parantez girdiği için biraz karışmış olabilir ama şunu demek istiyorum. Yapay kardeşimiz Zeki'yi networke salarsak başka yapay kardeşlerimizle fikir teatisinde bulunup elenen göt olduğumuz kanaatine varabilirler. Amacımız potansiyel robot isyanını önlemek olduğundan bunları networke salmak yerine hepsine fiziksel bir vücut verelim. 10 tane robot lazımsa sayıya ters orantılı gelişmişlikte zeka yaparız olur biter. 1 milyon robot mu lazım? Al karınca. 30 mu lazım? Keçi veya koyun. Hatta cam temizletmek için yapılanlara lama kafası koyalım hem tükürüyolar sub routine eklemekten kurtuluruz.

Lakin yapay da olsa zeka zekadır diyen insanlar (ki yukarıda yazdığım sıralamada 2. grup oluyorlar) genellikle azınlıkta ve ezilmekte olanlardır. Hayata saygısı var diye hippie olarak adlandırılacak olan bu kesimin azınlıkta olması, çoğunlukta olanların "beat-nik -> bitnik -> bitlik -> bitli = pis" şeklindeki düz mantığından (evet herkes türk) çok acınası bir durumdur. Bu sevecen ve idealist azınlığımız "bak lesi gene günü kurtardı haydi gidelim büyükanne meri bize sıçak çikolata yapsın" diye düşünürken çoğunluk "ulan it biraz daha geç kalsaydı çocuklar donacaktı. bu aletin kıçına roket ağzına lav silahı koyalım. hem hızlı gider hem varınca ısıtır." şeklinde düşüneceğinden insanların hayatını kolaylaştırsın diye yaptığımız aleti cart diye silaha dönüştürürler. Lassi3 adlı robotumuz bundan şikayetçi olmayabilir. Lakin iti geliştirelim daha çok çalışsın zihniyetinin yan ürünü olan bir düşünce akımı da "robot lan işte ne sevicem" diyip ödül mekanizmasını gözardı edecektir. 5 dakika önce çoluğun çocuğun hayatını kurtarmış robota "Çamurlu şimdi o. İçeri almayalım gece dışarda dursun. Paslanırsa yeni bacak taktırırız." muamelesi çekmeye gider bu.
O yapay zeka isyan etmesin de napsın?
Adamı köle de yapar orasına burasına kablo sokup pil de yapar.
Haksız mı?

Öte yandan karbon bazlı olduğum için (henüz) biraz androsantrik düşünmem gerekiyor(muş). Bu yüzden insan arkadaşlarıma alternatif çözümleri hatırlatmak istiyorum.
Mentat olunuz.
Frank Herbert Dune adlı eserinde robot kardeşler öcüleşip insanlığı tost makinesinden korkar hale getirdikten sonra insanlar "abi bak yapmayalım bilgisayar falan ilerde çok göt oluyolar" diyerek insan beyninin hesap hızını ve hafızasını geliştirerek "Kanka Osman 15 basamaklı sayıları kafasından çarpabiliyor." geyiğinin dibine vurup insan bilgisayarlar yapmışlardır. Bu "Oha abi süpermişsin." diyebileceğimiz zekilikte adamlara melanj baharı yüklediğimizde ise o abi bize dönüp "Babandır süper biz süperi kapıcıya veriyoruz bakkala giderken binsin diye." der.
Fekat melanjımız yok...
Lakin beyin geliştirme egzersizlerine şimdiden başlayabiliriz.
Benim bu konuda bir kaç fikrim var. Birkaç mevcut uygulamayı da geliştirerek daha zor hale getirdim.
strateji oynayın go manyağı olun demiyorum ama bence bunlar WoW'dan daha faydalılar. Şimdi laf ettirmem WoW'a diyen arkadaşları da peşinen susturmam gerekebilir biliyorum. Onu da şöyle yapıcam. Aziz ve muhterem klavye tıklatıcı ve mouse sürükleyicilerim... farmvilleden daha kompleks bir oyun diye WoW oynarken kafa çalıştırdığınızı sanıyorsanız 3 e basın...
neyse
oynamayın demiyorum hobi olarak gene oynayın da robot gelince elinde +5 flaming sword olması birşey değiştirmeyecek. Amca +pi yangın tüpünü ekleyiverir kafana "oha ensem patladı grafikler süpermiş" dersin.
konuyu saptırmayın amaç beyni geliştirmek. amaç buyken benzer şekilde tepişen eşek, aç hipopotam, keş doktor gibi oyunları da oynamamak gerekiyor. Karşımızdaki scripte dayalı olmasın ki bütün rakipler gelişsin. E ben bilgisayarda satranç oynuyorum çok gelişiyorum diyebilirsiniz. Fekat Sarah connor Chronicles'daki satranç programı (kendisi Turk'tü) ilerde ne hale geldi gördük...

Hafıza geliştirmek için ise bridge oyuncularının yıllardır kullandığı bir yöntemi kullanabilirsiniz. Kendisi şöyle: bir deste kağıt alınır elde 4 kart kalana kadar kartlar tek tek açılır sonra eldeki 4 kartın ne olduğu hatırlanmaya çalışılır. Bu basit bir kart sayma yöntemi olduğu için bir süre sonra kolaylaşacaktır. Benim önerim Monopoly Deal adlı oyunun kartlarıyla aynısını yapmak. Neticede sinek asını hatırlamak kolay kendisinden her destede bir adet bulunuyor. Kartta caddebostan yazınca durum değişiyor ama. Şahsen normal desteyle bu egzersizi yaptığımda kafamda bir checklist oluşuyor ister istemez, sinekler bitti falan gibi şeyler geçirebiliyorum aklımdan ama monopolyde öyle olmayor, olamayor. Doğumgünü kartı ne lan, kaç tane vardı bunlardan diye çığırıyorum.

Bir diğer egzersiz ise detayları düşünebilmeyi geliştiriyor ki en kolayı bu ama bence en eğlencelisi. Şöyle oluyor: uyumadan önce bir senaryo belirleyip bunu bütün detaylarıyla incik cincik planlıyoruz. Örnekle daha iyi anlatabilirim sanırım çünkü demin dediğimden ben de birşey anlamadım. Mesela ben geçen gün toprak altında bir şehir nasıl olur, nası yaparız, ne lazım gibi birşey düşündüm. Elektrik sistemiydi, "iç mağaraya seramsı bahçe yaparsak klostrofobiyi yeneriz" falan diye düşünerek vault 101, umbrella complex ve beyaz karınca yuvası karışımı birşey tasarladım. Gerçekçiliği tamamen kenara atmak gerekiyor çünkü bir noktada iç ses iyi güzel de para nerde derse al o egzersizi hüzün dolabına koy yani. Bunun garip bir yan etkisi var ki ben çok seviyorum böyle olunca. Atıyorum süper bi kapalı ekosistem tasarladığınızda uyumadan önce buraya çok odaklandığınız için rüyada o mekanlarda geziyorsunuz. Dertlerin tasaların bu mekanlara yansıması da heyecan oluyor süs oluyor. Karamsar olmamak lazım.

Diyeceklerim bu kadar sayılır... Lakin bir Autonomour revolt falan olursa raz abi kurtar bizi neydi o egzersizler falan demeyin. Direk satarım Skynet'e ispiyonlarım haberiniz olsun. Zaten evrim pat diye olsaydı akıllı tasarıma inananları ciddiye almamız gerekirdi. Egzersizlere başlayın.
Haftaya sınav var yapıcam.

Not: 2 hafta önce yapmur yağdı. Ben osuruktan nem kapan biri olduğum için modemim de elektrik fırtınasında tırstı ve katatonik oldu. Uzun süredir bu yüzden yazamıyordum. Özlemişim. Uyumadan önce şuraya odaklanın (0))) hehehe

25.05.2010

duymadıklarımız bilmediklerimiz (belki bir belki tek)

Memlekette muhteşem şeyler de vuku buluyor...
İcadından sonra uzun yıllar yurt dışında yaşadığı için ülkemizde adı pek duyulmamış, sığır jelatininin mucidi, özümüzden bir parça, göğüsT gabardanımız Celalettin Saydambıngıl 110 yaşını aile arasında düzenlenen küçük bir toplantıyla kutladı.
"Ülkemizde jöle olarak bilinen yurt dışında Jell-o diye adlandırılmış olan besinin ecnebilerin bana Celalettin Saydambıngıl yerine kısaca jello (celo) diye hitap ettikleri için bu isme sahip olması benim için yeterli." diye açıklamada bulunan Celalettin bey sonrasında aniden celallenip bastonunu kaptı ve muhabirimizin üstüne yürüdü. "Ben kendimi kendime ıspatladım lan! Dünyada adım her an tekrar ediliyor. Sen bilmesen ne olur deyyus? Herkes beni bilse ne olur ki?" diye bağırdıktan sonra dengesini kaybedip düştü. Hastaneye kaldırılan Celalettin beyin kalçasının kırıldığı öğrenilirken sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi. Kalçasının durumu ise platin takıldıktan sonra belli olacak.
konuyla ilgili yorum yapan torunu Cem Saydambıngıl (12) "Hep bir sayborgla tanışmak istemiştim. Bizim aileden çıkması gerçekten hoş bir süpriz oldu. Söz konusu metal eklentinin dedemin kıçında olması biraz hayal kırıcı olsa da ben zaten arkadaşlara olayı böyle anlatmayacağım için sorun yok pek." dedi.

14.05.2010

Ne lan bu sıcaklar?

Son zamanlarda bırakın yazı yazmayı kıçımı kaldırıp derse girmekte zorlanıyorum. Böyle birilerine dönüp lan niye herşeyi ben yapıyorum direktif vermekten başka bi bok yapamıyo musunuz siz demek geliyor ama her zamanki gibi üşeniyorum.

Geleceğe dair bir sürü planlarım var bir çok kişi gibi lakin ben şu an plan yapmaktan başka bir şey yapabilecek halde değilim. Karar vermek başarmanın yarısıdır diyorlardı bir ara ben de buna uyarak aldığım kararları duble sert alıyorum ki olmuş gibi olsun falan.

Duble dedim de aklıma geldi. Ben alkolü bıraktım. Challenge eksikliğim varmış gibi. Böyle boş boş oturup mavi olipsli soda içiyorum.

neyse
Aldığım kararlar arasında cafe açmak gibi şeyler var ki bu konuda girişimde de bulunabilirim lakin gene başa dönüş yaparak demem gereken birşey var... ÜŞENİYORUM anasını satayım ya.
self servis mekanlara girmek bile istemiyorum hatta. Şayet girmek zorunda kalırsam da masaya oturup garsonun adı mı Self demek geliyor.

Ve bunların suçlusunu biliyorum. Sıcaklar...
Gezegenimizdeki hayatın kaynağı... eski bitkileri öldürüp karbon yakıta çeviren, yenileri yaşatıp ineklere besin yapan, insanların sabah kalkmalarına sebebiyet veren canımız yıldızımız SOL
nefret ediyorum senden.
insanlar sıcağına alıştığı için kışın ısınmak için ceset yakıyorlar daha çok ceset yakabilmek ve yeni ölüler üretebilmek için yakarak ürettiği enerjinin %25ini kullanan ve 2 kilo taşımak için 1 ton demirden yapılan aletler yapıp sıvı ölü tüketimini hızlandırdılar.
Hali hazırda insanlardan nefret ediyorum da bunun primer sebebi sensin lan parlak osuruk.

Senin yüzünden sevgilimin ailesiyle tanışmaya gittiğimde arkamdan heyecanlandığı için mi terledi terlediği için mi heyecanlandı diye sormuşlar koltukta bıraktığım izi görünce. LAN HAYVAN!
Ben cool biliyorum kendimi niye azimle eritmeye çalışıyorsun?
Koltuk kılıflarını değiştirdiler o iz yüzünden.

Henüz Mayıs ayında olmamız beni ayrı sinirlere garkediyor
Hazirandan sonra hemen güney yarım küreyi ısıtmaya başlıyosun yoksa bittin benim için...
Bi daha da gelmem davosa...

Geçen gün Türk Malı adlı gerçekten zorlama kokan dizide "İntikam soğuk emilen bir inektir" gibi bir laf ettiler ve ben kendimi inek memesine yapışmış olarak hayal ederken buldum.
Soğuk inek ne bilmiyorum.
Senin yüzünden hayal gücüm istemediğim şekillerde genişliyor.
Sarıkız naber diye ineğe yaklaşıyorum inekte bir havalar, kafa çevirmeler, yumruk büyüklüğünde burun deliklerinden hıh sesleri falan.

Ayıp olmuyor mu bana?

14.04.2010

et yime yoort yime

Artık göbeğimi parazit olarak görmeye başladığımdan kalkıp diyetisyene gittim. Yasakladıklarını yazmak istiyorum çünkü nefret ettim kendisinden.
liste şöyle:
-bamya YASSAH
-hardal reçeli YASSAH
-kivi kabuğu YASSAH
-elma sapı YASSAH
-kola kutusu YASSAH
-karton YASSAH
Üstelik bunlar dışında da sevdiğim ne varsa yasakladı hayvan... saymaya girişmiycem pek (sinirlerim tepeme çıkıyor ayol)

şaka lan şaka
Parise gitmek için parisienne e gitmem gerekmiyorsa diyet yapmak için de diyetisyene gitmem gerektiğine inanmıyorum.
Zaten dün t-shirt giydiğimde belli bi şekilde kambur durursam göbeğimin görünmediğini hatta bodye gittiğimi düşündürür göründüğümü farkettim. Gerçi bunu Gümüş'ün sergi açılışından önce tanıştığım bir arkadaşı da söylemişti ama sanatçılar da izansız olabiliyor diye düşünmüştüm lakin şimdi anlıyoruz ki sorun onda değil bendeymiş. Kendisinden özür dilemek lazım ama adını hatırlamıyorum (özgür sanırım da attım yani) bi de üşeniyorum tabi.

Diyet ise şöyle olacak. Sabah ve akşam yulaf ezmesi arada (öğlen yani yulafın arasında değil) meyve. Kendime limitsiz sıvı tüketme hakkı verdim. Kilo verince izolasyon malzememi kaybetmiş olacağımdan kandan antifrizin eksiltilmemesi gerektiğine kanaat getirdim. Gerçi yaz geliyor ama serdar ortaç da buralara yaz günü kar yağıyor canım diyor. Bodruma gidersem bunşarkıyla beraber hande yenerin romeo salaklığını aynı anda dinlemek zorunda kalabilirim. Tekilayla beraber garip hisler uyandırıyor bu.

doktor arkadaşlar ama bu çok sağlıksız diyebilirler. Onları uzaktan akrabamız olan deveyle tanıştırmak istiyorum (Darwin'ciyim ezelden muzlar falan dieselden) ki gidip kendisine boynunun şekliyle ilgili sorular sorabilsinler.

27.03.2010

alma dharmanın ahını çıkar namaste namaste

Plan yapmayı sevmiyorum. Kendimce gayet mantıklı sebeplerim var bunun için ki sıralama olarak şöyledir:
1)plan yapınca sorumluluk benim elimde oluyor. kendimi gayet tanrı gibi hissediyorum böyle olunca. hoş değil. bu plan bir grubu da kapsıyorsa liderlik gibi bir sıfatım oluyor ki neler yapabildiğimi bildiğim için baya korkutucu oluyor bu çünkü
2)plan yaptığımda d noktasına gitmek için b ve c noktalarından geçmek gerekiyorsa bu sıralı olmalı ve illa ki o noktalardan geçmeli gibi hissediyorum. b ye uğranmazsa ama yön hala d ye dönük olsa bile sinirleniyorum. artık sağa sola kültablası veya bardak atmıyorum ama birileri kendilerini atmak isteyebiliyorlar bunun sonunda. bana birşeyler atmak isteyenler de oluyor tabi ama ne gerek var benim pipim var veya ben abiyim gibi söylemlere dimi?
neyse
3) plan yapınca bozulması hayal kırıklığı getiriyor ki 2de de bahsettiğim sonuçları var.
4)planlar süprizleri engelliyor
hiç şaşırmamak eksik hissettiriyor.

sonuç olarak hayat ne getirirse ona göre seçimler yapmak gibi bir noktaya geliyorum. fekat bunu da istemiyorum gibi. neticede param olsa sürekli gezerim gibi bir söylemim var. yalan tabi bu. tembelim ezelden pijamam dieselden. bütün gün oturup içmek ve atıyorum lostun bütün sezonlarını seyretmek istiyorum ardışık olarak. sürekli gezerim kısmı da üşenmediğim durumlarda olsun mesela.
sonuçta arkadaşa gidip geyik yapmayı seviyorum.
-tatlı getirdim tatlı yiyip tatlı konuşalım diye ama tavuk göğsü getirdim memelerden bahsedelim.
-üstüne de dondurma koyalım yalarız.
gibi diyaloglar yaratabilen insanlar var etrafımda ve bu daha ne istenir ki gibi tepkiler yaratıyor bünyede.
tabi bu hiçbişey yapmayalım arkadaşlar böyle iyiyiz demek gibi algılanabilir.
o da olur şikayet etmemek lazım.

16.03.2010

bu kaba goruntumun altina don giymiyorum desem?

etrafta duyup sinir oldugum kaliplasmis bir kadin lafi var. Bu gicikligin sebebi benim erkek olmam degil kesinlikle zira bu lafa iyi demis valla diyen kiz tipinin bile yakinimda olmamasini tercih ediyorum.
cumle sudur:
"ben artik calismiycam sen bana bak."
bunu diyen hatuna "o zaman 5 cocuk yapariz dimi?" diye sormak gayet istenen sonucu verir. bunun derin anlamlari genelde cok cocuklu ailelerin televizyonda cok gorulen "parkta yasamak zorunda kalan ailenin 15 milyor cocugu var" haberlerinin kafaya kaktigi stereotype olmasi var ki ben oyle birsey demek istemiyorum burada (bunu pesinen aciklamaliyim ki ileride karsilasabilecegim sorulari benim paranoyak olduguma inanmanizla takas edebileyim)
netekim benim demeye calistigim " ben hepimize bakarim da sen geri kalanimiza bakabilir misin?"dir.

hayir bi yandan da bu seksizm olayi var ki nedense hep pipiyle baglantili gibi kullaniliyor. ki hayir efenim yalan bu. madem seksist degilim iki cinsiyeti de vurabilmeliyim. yani izin verin lutfeeen.

neyse
bu erkeklerin ustune gitme kafasinda cok komigime giden bir nokta var. odun olmak erkeklere ozgu mudur?
bu sifat sadece belirli kurallara uymayan, gizli bir listedeki maddeleri yerine getirmeyen erkeklere mi veriliyor?
ben kizarkadasima asla asla ve asla kesme cicek almam mesela. cicek saksida degilse bitkinin cinsel organidir neticede. bi de soluyolar pat diye amaclari yasamak degil yani. bu maddede eksik olunca ben de mi odun oluyorum?
saksida aldiklarimin solmasindan sorumlu olmadigimi dusunuyorum ayrica (eger benim sorumlulugum oldugunu dusunuyorsaniz su noktadan sonra okumayin lutfen).

ben cok az seyi ciddiye alabilen biriyim. bunu ispatlayabilecegim 10 tane parmakucum var (tirnaksiz). bu sebepten paso espri yapiyorum. benzer bir sekilde benden beklenilen tek romantizmin supriz sirinlikler seklinde olmasi gayet normal. gulerek yapilan bir tartismanin sonunda "hic orali olmuyorum" gibi bir lafa " gel ben seni multeci ederim" demek gibi seyler yapiyorum.
bu bana hayvan gibi pahali buket yaptirmaktan daha uzun sure hatirlanir gibi geliyor.

ha evet ben de bazen kocaman buket yaptiriyorum. bunun sebebi ozur dilemek istemek degildir. sinirdir. sokakta yuruyorsak ve ben baya baya sinirlendiysem onunden gectigimiz ilk cicekciden hayvan gibi buket yaptiririm.
bunun altinda yatan sebep cicek almamiz beklendiginden buna laf edilememesi ve "al sen tasi cicegini" demektir. hatta gul buketi daha eglenceli olur.
boyle de pasif agresifim

14.03.2010

bana zaman makinesi vermeyin

demin dusundum de nedense bir yerde kuruyemis varsa haldir huldur bitene kadar yeme tribi var. ne zaman cekirdek yemeye baslasam duramiyorum geyigi olarak da bilinir bu fenomen. sahsen bu davranisin evrimsel bir eklenti oldugu belli. artik maymun mudur kemirgen midir nedir?
neyse

neticede bir sekilde zamanda geri gidip bu ani gormek istiyorum. ilk hayvan eline findik fistik neyse aldiginda dur evladim diyip eline bocek tutustursak nasil bir degisiklik olur diye merak ediyorum.

bocek yemisligim var. tadi yer fistigina benziyor. bacaklar dili biraz gidikliyor evet ama degisik.
lakin bu degisimin toplumu ne hale getirecegini merak ediyorum baya.

10.03.2010

basmakalıp...

Geçen senelerde sık sık masturbatif kelimesini kullanıyordum. sonra bir arkadaşım yeterılan gibi bir tepki verince seyrelttim ama hala dilimin ucuna geliyor birileri bana e kendin yap falan dediğinde.
bu tip kelimeleri kullanınca kendimi daha entel mi hissediyorum bilmiyorum ama mesela bu aralar sığ ve kısır kelimelerini çok kullanıyorum. çok kısır bir kafa bu veya çok sığ düşünüyorsun gibi şeyler söylediğimde biri çıkıp "niye sen çocuk mu istiyordun? sokalım kafaya tüp fikri." falan diyecek diye korkuyorum. gerçi şimdi bunu yazdığıma göre artık sığ dediğimde "sana ne dil balığı mı tutucan?" da dense komaz.

böyle de kendimi korumaya almış oldum.
neyse
öte yandan bu kalıplaşmış sözlerimin bazıları artık sadece bana ait olmaktan çıkmaya başladılar. çevremde şaraba çorap diyen insanlar türemeye başladı. evet henüz ne var diye sorulduğunda et var yanına pilav koyiyim mi diyen bir tek ben varım ama yakında o da halka malolacaktır gibi geliyor.

öte yandan bu lafların çok sık da dolaşmasını istemiyorum. entel olduğum için demin dolaşmak yerine "sirküle olması" yazmıştım ama bünyede mütevazilik var (o kadar ki bu alemde en mütevazi benim diyebilirim) o yüzden silip değiştirdim. neyse neticede bu lafların herkesin dilinde olmasını istemiyorum çünkü gazı kaçıyor o zaman... espriyken kalıp oluyor. kıl keçisine silk-eçil diyor olmamın ileride deyim veya atasözü olma olasılığı tırstırıyor baya.

neticede süperimdir laf bulma konusunda ama bütün mütevazileri ben yetiştirdiğim için (ehah alışmiyim buna be ne kötüymüş) koluma word generator gibi bir dövme yaptırmıyorum. lakin bir diyalog var ki büyümsemek kelimesini doğurmuştur şöyledir:
-sen beni baya bi küçümsüyorsun
-hayır ya tam tersi ben seni çok büyümsüyorum...
şimdi bu konuşmada anlaşıldığı şekliyle büyümseme kelimesi tamamen söylenen bir önceki cümleye refleks olarak gelişmiş ve anlamı "üstün görüyorum" oluyor. bünyede role play hastalığı olduğu için büyü kelimesini duyduğumda bunu emir kipli olarak algılayamıyorum ben ne yazık ki. dolayısıyla büyümsüyorum kelimesi "seni büyülü biri olarak görüyorum, mecikılsın, süpersin, vaaoov, t-shirtümü yırttım mememi imzala" gibi bir anlama geliyor.

kabul ediyorum öğrenim hayatım boyunca bana maruz kalmış bütün türk dili ve edebiyat hocaları şu an bir ürperme geçiriyor olabilirler bu yeni üretimlerim için
fekaaat ben de dilimizi koruyalım moduna girebiliyorum bazen
de bağlacı ve soru eki mi ayrı yazılır geyiği de değil üstelik.

SANIRSAM!
aziz ve muhterem yurttaşlarım,
böyle bir kelime yok. varsa bile sanma ihtimalim halinde demek. suyunun suyunun suyu gibi birşey. hani ben normalde sanamayacak kadar salak biriyim ama bir şekilde olursa böyle olur demek. kalkıp bu kelimeyi kullananlara salak mısın diye sorduğunuzda bazıları hayır der (ki bazı sözlüklerde hayır evet demektir) bazıları üzülür, bozulur, küflenir.
neticede sanırım olan bir kelimeye fazladan harf ekleyince hee sen psikolojik okuyurdun deymi diye soran temizlikçiden sandığınız kadar üstün olmuyorsunuz.
aynı şekilde yaparaktan ederekten gibi kelimeler de yoktur. üstelik bunların anlamı da pek yok. tan derdin varsa sabah 5ten sonra sahile çık ten derdin varsa çıkma. ama fiillere dokunma be güzelim. benim ne kabahatim var yani.

neyse
entel olduğum için günün haberleri diye bir paragraf eklentisi yapmaya karar verdim
lakin peşinen uyarıyorum bu seferki gerçek. ileride bunu yazmadığım zaman komle kıçımdan uydurduğumu anlayın (meyd in gört veya kıçımın mamülü)
--Papağan gördük
uzun süredir arkadaşlara istanbulda papağan gördünüz mü diye soruyordum. "evet arkadaşım besliyor" gibi cevapları eledikten sonra kalan "abi eskiden baharda falan bir yerlerde görüyorduk ama bu aralar yoklar pek" yanıtı da gayet moral bozucu oluyordu. petshopa giden kamyonun bilmemkaç senesinde (akşam anneme sormayı unutmazsam bu bilmemkaçı gerçek tarihle değiştirebilirim) devrilmesi sonucu bir sürü yeşil vahşi papağan edindi istanbul. artık bir tepeden bakılınca aziz istanbula veya dinliyorsanız kendisini gözleriniz kapalı... yan ağaçtan bir sürü arsız yeşil pezevenk cerr cörr sesler çıkarıyor olabilirler. başlığa dönersek... bu sabah kızıltoprak istasyon caddesinde yaklaşık 15 tane papağanı kargalarla atışırken gördük. uzak oldukları için pek birşey anlamadım ama sanırım öyle taşlı sopalıya dönecek bir kavga değildi.
öte yandan kızıltoprakla ilgili bir diğer haber ki bu sanırım çarşamba veya salı günü olmuş (pınarcım bu sana özel haber sayılır). tren istasyonunda kadının biri başı döndüğü için dengesini kaybetmiş ve tren yoluna düşmüş. öküzlerin trene bakma sebebi trenlerin öküzlerden daha aptal olması olduğundan alet durmaya tenezzül etmemiş. neticede abla hayatta ama bacakları yok (dolayısıyla ayakta tedavi edilememiş gibi bir espri yapabilirdim ama entel ve mütevazi olduğum kadar rafineyimdir de).

iyi günler
terli terli kavga etmeyin

6.03.2010

artık büyümüş olmam lazımdı ya

ya evet aslında babam duysa çok güler 27 yıldır yaşıyorum lan gibi söylemlerime ama nedense kendimi çok görmüş geçirmiş hissediyorum.
sık sık üstelik.

fekat bu hissimi çürüten de hep benim nedense.
mesela bence bu yaştaki insanlar kafalarını bir yerlere çarpıp yarmamalılar. 27 senedir kullanıyorum lan gözlerimi nerede yürüdüğümün ve etrafımdakilerin farkında olmalıyım gibi geliyor. lakin kafamda kocaman yara izi var. büyük adamım ben o yüzden tren köprüsüne çarptım gibi şeyler söylemeye de züğürt tesellisi deniyor.

geçen gün çükümü fermuara kaptırdım.
kendime kızdığım çok olmuştu da kendime bu kadar çok kızdığım pek sık olmuyor.
ne kadar eğiticidir bilmiyorum ama sanırım bu öz eleştiri hali sarhoş olup düşmekten daha fazla yer ediyor kafamda.
ya da umarım öyledir...

4.03.2010

hanım koş evcilleştim

demin de pisuvarda gördüğüm üzre erkeğim lan ben!
buna şu an şaşırıyor oluşum ise geçen senelere kıyasla tavırlarımda bir kibarlaşma gözlemlememden kaynaklanıyor. bir erkek olarak çeşitli zamanlarda vücudumun değişik deliklerinden yüksek seste değişik sesler çıkarma ritüellerini de yaptığımı zannediyordum. fekat bunlardan iğrenen bir sevgilim var ve mesela geğirirken eskiden hey maşallah tepkileri alırken şimdi ıpıssss gibi sesler çıkarıyorum.

tamam arabalardan veya ülkemizde futbol anlamına gelen ama dünyada başka renk ve şekilde toplarla da icra edilebilen spor isimli faliyetlerden de anlamıyorum ve bu ülke genelinde bütün erkeklerde var olan ilgi odakları.

lakin babam evde küfretmese de benim de küfür repertuarım gayet geniş. sahneye son çıksam sabaha kadar küfredebilirim yani. hatta hayatımda maça gitmemiş biri olarak bir tribün adamdan daha fazla ve daha hızlı küfredebilirim (böyle kompanse etmeye çalışıyorum eksiğimi). millet direksiyon başında ana avrat düz giderken ben arabaya binmeden bir sürü laf edebiliyorum hatta (o derece). ama küfretmiyorum...
neden?
etrafımda yaşıtlarımdan çok büyükler olduğu için mi? hayır...
sevgili küfretmiyo mu? evet
ben niye tutuyorum kendimi?
demem o ki ben eskiden istanbul taşaklarımın altında diye yaşarken bugün henüz çarpmadığım insanlara bile pardon derken buluyorum kendimi. durduk yere o kadar kibarlaştım ki otobüste ayakta dururken bile birilerine yer vermeye çalışıyorum.

nerden çıktı bu uyanış kısmına gelince...
uzun süredir sevgilimin insanlarla konuşmanı çok beğeniyorum gibi pohpohlamaları batıyordu. tamam eskiden okumayı bitirdiğim gazeteyi koltukta bırakıp kalkardım ama artık yanımda oturanlara ister misiniz gibi sorular soruyorum (ki gereksiz adam zaten ben kalkınca akbaba gibi atlayacak gazetenin üstüne). şirin geliyor dendiğinde o davranışı tekrarlamaya meyilliyiz tamam da. lan köpekleri de böyle eğitiyoruz? afferimler falan?

ittim eyvallah da kanişe ne zaman döndüm lan?
yaa
işte böyle
demin atmden para çektikten sonra makinaya teşekkürler diyince danketti.
oha felan oldum yaağneee

şimdi pınar gerilme yiğidim aslansın gaplansın dese gene lan lun diye konuşmalar önce nın mım sonra mırmıra dönücek biliyorum

"yedi cihanın korkusu, uzağın yakının hakimi, raz bey evreni titreten sesiyle kükredi!
-aaaa yürüsenize ayol şimdi düşüp bayılıcam ha"

nın mım mım...

2.03.2010

geçen bayramda 3 aile birleşip internete girdik

ben bilgisayarlardan anlamıyorum. klavye kullanabiliyorum evet (ki bunu anlamak pek zor olmamalı) lakin bilgisayardan anlamıyorum. lise sondayken ders almıştım
html sadece 4 haft değildi falan. lakin bir çok bilgim gibi burada öğrendiklerimi de ders için beklenen siteyi yaptıktan sonra kafamın gerisine attım. annem de ceplerime bakmadığı için yıkanınca şoolmuş o bilgiler...

neyse
teknolojiden de anlamıyorum. temel olarak bizim evde elektronik bilgisi babamla son buldu gibi. ups teorik olarak ne işe yaramalı biliyorum ama sadece gürültü yapıyor ve aleti dügün kapatmam için de zaman sağlamıyor. takdir edersiniz ki 5 salisede gözümü bile kırpamıyorum ben.

amaaa
cyborglara çok özeniyorum lan. hayır bırak cyborg şeysini basit implantlar bile çok heyecanlandırıyor beni. matrixteki öğrenme hızı hala japonca öğrenmememdeki en büyük sebeptir mesela. biraz daha beklesem direk download edebileceğim teknoloji gelişmiş olacak gibi geliyor. kaldı ki ben en son 5 sene önce limewiredan bişey download etmiştim. geri kalan gereklilikleri arkadaşlarımın indirmesini istiyorum. bir çeşit offline networking gibi oldu bu.

esas sorun da bu işte. ben o kadar acizim ki bu teknohedehödöde elektronikle ilgili yapabildiğim tek şey mekanik upgradeler. bu terimleri biliyor olmak da yaptığım işi matah birşeymiş gibi gösteriyor. en son ducttape kullanarak flashdiscimi upgrade ettim (kapağı gövdeye yapıştırdım artık kaybolmasından korkmuyorum). benzer bir şey misinayla da yapılabilir aslında ki o daha şık olur sanırım. fekat bunlar tekno upgrade sayılmaz. offline networking kullanıyorum dediğinde aslında eski teknolojiye dönüş yapmış oluyoruz (ama terminoloji kullanınca biraz daha cool oluyor sanırım).

neyse konuya döneyim. şimdi yarın adamın biri çıkıp olm alıcaz seni parça pinçik edicez sonra bi sürü şey ekleyip birleştiricez deseler. kafana mıknatıs yaklaştırmadığın sürece acaip eğleniceksin gözünden lazer götünden roket çıkıcak deseler. ben hemen kafama sert bir cisimle vurup arkadaşların işini kolaylaştırmaya çalışırım
evet
ama ben cyborg olduktan sonra (abartmıyorum) 4 dakika sonra eminim ki aa abi şimdi senin ağırlığını 5 tona çıkardık da yeni teknoloji çıktı artık gözümüzden roket çıkartabiliyoruz falan der. iki dakikada obsolete olur benim upgradeler. teknolojinin gelişimini durduramayacağımız için de benim sürekli ameliyat masasında yatmaktan bu implantlarımı kullanacak vaktip pek olmayacak gibi.
çok üzülüyorum lan...

diğer yandan birileri çıkıp abi sen cyborg oldun ama biz bütün insanlık olarak zihinlerimizi sanal aleme geçirdik yapay zekayla sevişiyoruz falan derse (ki der o hayvanlar). yakarım ben zionu alır zero ona vurup iki şehri de dağıtırım.
madem gelişiyosunuz niye bana haber vermiyosunuz abi?

ha bu arada riddickin gözlerindeki upgrade teorik olarak yapılmış (patenti var) mükemmelleştirin hemen istiyorum (o elektronik değil ne de olsa... mekanik sayılır)

25.02.2010

ayıp olmadı mı çocuğa?

şimdi itiraf etmeliyim ki ben fast food seviyorum.
bünyede hafif otizm de mevcut olduğundan bu sefer de şu menüyü deniyim bari gibi söylemler yerine klasik ritüelimsi menülerimden sipariş veriyorum.
haliyle çok değerli oldular bu klasik siparişlerim.
fekaaat...
önce 2000lerin başında (ki şu an 2999 yılındayız) burger kingin cocacolayı terkedip ucuz bir taklit olan pepsiye geçmesini sineye çekmek zorunda kaldım. sonra içimle anlaşıp (benim içim değil ülkerin içimi) ramazanlarda "hey höy hurma da veriyoruz" moduna girerek iyice gıcık ettiler. ha evet madem itin götüne sokuyoruz burger kingi whooperlarda soğan varken yemek sonrası elde bir finger bang kokusu bırakmalarını da belirteyim. bu sebepten "kimin kokusu bu hıı?!" gibi azar işitmişliklerim oldu çünkü.
neticede kurunun yanında yaş yanardı denizin ortasına odun attığında yanmaz diyerek fastfood camiasına arkamı dönemeyeceğimi belirtmek istiyorum.
return of the fekaaaat...
önce kentucky fried chicken' a laf soktular
şimdi amerikada fried kelimesini tabelada kullandığınızda ıyk sağlıksız gibi bir tepki alacağınızdan adamlar kentucky fried chicken diyememeye başladılar.
sadece 2 (yazıyla iki) tavuk bulamacı bulunan bu festfuğdcumuza tapıyorum evet. ayrıca isimlerini kfc olarak değiştirmeleri bana jfk'i hatırlatıyor ki kendisi hakkında bill hicks'in söylediklerinden başka birşey bilmesem de eğlenceli bir benzetme gibi geliyor. lakin mighty zinger diye birşey çıkarmalarından sonra yürü be sky is the limit demiş olsam da; bana gıcık olduklarından mıdır nedir hemen haksız çıkarma çabasına giriştiler. evet itiraf ediyorum fikir benden çıkmış olmasa da panini denen rezalet benim yüzümden oldu. sebebini bilmiyorum o yüzden bu panini denen rezalete dönmek istiyorum. abi naptınız ya?
ben restorana geldiğimde masaya oturuyor muyum? sandalyeye koyduğum tepsiden pipet kullanmadan ayaklarımla kola içmeye çalıştığımı gördünüz mü? napıyosunuz yani?
hayır bir ucundan ısırılınca bütün malzemenin torbaya düşmesini geçtim sizin bir kalite standardınız yok mu? sadece tad duyunuz mu yok komple mi izansızsınız? o ekmek nerede kızartılıyor biiir. iki o sandviçe acılı tavuk gider. marul ve mayonez zaten kendi başına tad nötrleyicisiyken gidip ekmek de panini olsun dersen bozuşuruz. lakin bozuştuk da. nisana kadar uğramiycam.
hıh

neyse
bir de günlerdir ağlamama sebeiyet veren durum var ki şöyle bir girizgaha ihtiyaç duyuyorum. ronald amca hamburger yapıp kendini boyayarak bu ekmek arası köfteleri çocuklara kakalamış ve bu hedef kitle seçimini happy meal ile destekleyerek elde ettiği başarısından çinde bile bi sürü şube açabilmiş.
geçtiğimiz senelerde birileri çıkıp bir ay boyunca her öğün mcdonalds yersek nolur acaba hehöö diye bir deney yapıp bunu belgeselleştirdi. insanlık olarak bunu adam salak hakkaten diye yorumlamak yerine mcdonalds sağlıksızmış olarak yorumladık ve adamların başına iş açtık. neticede artık menüde salata var ve mayonezleri light (başka bir değişiklik beklemeyin). sonra 2 sene önce mcmuffin türkiyeye geldi ve aman tanrımdı. pazar günlerinin örh örh diyerek burnumuzu soka soka yiyebileceğimiz bir kahvaltılığı gelmişti artık. abartmıyorum 3 mcmuffin bir jumbo patates ve orta kola bir önceki gün ne kadar alkol tüketmişsem tüketeyim beni zınk diye ayıltıp gün içinde mal mal sırıtmama sebebiyet verebilmektedir.
tabi çok ilginçtir ülkemizde bu evlere servis edilebilmektedir ki dayımlar kanadadan geldiğinde buna çok şaşırmışlardı (o kadar interneyşınıl bir femıliyiz ki gadım yareppim). ben bu tepkiyi pek anlamamıştım da bir yandan da eve sabah kahvaltısı söylemeyi planlıyorsan eve mc söylemek aslında biraz garipti evet kabul edilebilir bu. neyse ki benim gibiler var da sabah koskoca şubeyi 6 da açmak için gelen 4 kişiye 4 tane daha adam yardım ediyor.
öte yandan yenilikleri bununla kalmadı. kahveli milkshake'i yarattılar. tam oğlumun adını ronald mı koysam direk mac mi desem diye düşünürken geçen dün (perşembe) farkettim ki bu ürünü kaldırmışlar. ve sanırım vanilyalı milkshake (ki kendisi bildiğim kadarıyla en kıdemli milkshaketir) kahveli çalışmazsa ben de istifa ediyorum falan gibi birşey söylemiş. neticede artık sadece çilekli ve çikolatalı milkshake mevcut mclerde. ki takdir edersiniz ki bu beni çok kızdırdı.
ne lan?
"eskiden hedef kitlemiz çocuklardı palyaçoyla falan oyalıyorduk. zaman değişti o çocuklar büyüdü kaypak repçi kılıklı dolaşıyolar biz de çalışanlarımızı daha cool yapalım" tamam böyle bir düşünceyi strateji olarak belirlemenize laf etmiyorum. eskiden gülümseyen kasiyerlerin şimdi köpeği kıçına kaçmış gibi zincirle beni süzüp sonra hıh deyip yerden 5 santimetre yukarıdaki kıçını sallayarak nereden öğrendiğini bilmediğim telaffuzuyla kuertıvr pevndır vaaar diye bağıran densizlere dönüşmesine de alıştım sayılır (arkadakiler bunu nasıl anlayabiliyor ona da şaşıyorum zaten). ama niye başarılı bir ürünü sen reklamını yapamadın diye kaldırıyorsun? iki poster assan amorti ederdi kahveli milkshake. VANİLYALI NERDE LAN?
hayır zaten kakao ≠ çikolata... o salak tozu vanilyalının içine koymazsan pir-u pak milkshake oluyo. size içine muz tozu atarsanız muzlu olur bu demiyorum. deseydim külfet olarak algılanabilirdi. yapmayın diyorum. enerji harcamayın yani.
tembel olun lan?
lütfen

kazayla bile ulaşabildiğim ve çok sevdiğim tatların elimden alınması çok üzüyo lan beni.
tamam hawaian pizzayı herkes sevmediği için birçok restoran manüsünden kaldırdı. birtek papa johnsda bulabiliyoruz. o da çok pahalı ama ya... ayrıca insanların ananaslı pizzayı beğenmemelerini anlamıyorum. gördüğüm kadarıyla ilk kez tadıp pişman olan kimse yok. millet menüde ananası görünce olmaz öyle diye düşünüyor o kadar. yaz bak oraya ekstra mozarella jambon ve gizli malzeme bak nasıl kapış kapış gidiyor. illa ben mi reklamını yapıcam bunun? hayır yapsam yapsam kaç kişiye yaparım?
öte yandan ben de bu dediğim şekilde tanıtıyorum zaten.
-abi neli pizza söyledin?
-süpriz.

budur.

gavurcada sloth olarak bizde tembel hayvan olarak bilinen hayvanlar isimlerine yakışır bir hayat tarzı sürdüklerinden yemek kavgası olmasın diye üstünde yaşadığı ağacın türünden başka yaprak yemez ve yavrularına da damak zevkini aşılar. böylece komşu bir fincan defne alabilir miyim demeye de gerek kalmaz ne yiyon sen bi ısırık verseneye de. şimdi hepimiz tembel değiliz. damak zevkimi kimseye kakmak gibi bir kaygım yok ama zaten hiçbir fastfood mekanından aman tanrım ne güzel birşey yiyorum ya diyebileceğimiz ürün çıkmıyor. kırk yılın başı güzel birşey yapıyorlar onu da maraş dondurmacısı gibi elimizden alıyolar.

içimden göösteriip de veeermediiin göz yaşııımı siiilmediiin diye şarkı söylemek geliyor...
(orjinalinin adını bilmiyorum gerçi.)

ayıp değil mi?
yazık değil mi 95 kiloluk minicik bünyeme?
hı?

22.02.2010

hani lego (honey lego)?

şimdi şöyle bişey farkettim geçenlerde
ben küçükken çikolatayı çok severdim hatta o kadar yakındık ki ben kendisine çukulata diye hitap ederdim.
lakin bakkala gittiğimde kinder yımırtası almazdım.
çünkü çük kadardı çükolatası ve oyuncakları da yaptıktan 5 dakika sonra parçası kaybedilen tiptendi (zaten oynanamayacak kadar kısır ve küçüktüler). ben de paramı bir süre biriktirip hayvanlar gibi damak alıyordum lakin damak denen alet de çok güzeldi ve ben sokakta yerken birileri istediğinde paylaşmak zorunda olacak kadar yufka yürekliydim. benim harçlığımı çökerten bir aletten başparmağımın ilk boğumuna kadar olan kısmının bana kalıyor oluşu ise bir yerden sonra koşakoşa eve gidip orda tüketmek gibi bir strateji üretmeye itti. ki evet bu da bazı sorunlara sebebiyet verdi. bakkaldan eve dönerken sokakta karşılaştığım arkadaşlarıma eve gidip ortak paylaşımı engelledikten sonra saklambaç oynarız diyemezdim. eve kapandım. ama evde de yalnızdım. evde legolarım vardı ama ben ne zaman lego torbamı çıkarsam annem yere çarşaf serip piknik alanına çeviriyordu odamı. tamam sonra parça kaybetmiyordum ama neticede bunlar legoydu. kinder oyuncakları gibi tek işe yarar boşlukta değillerdi. herşey olabiliyorlardı ve altlarında mavi çiçekli bir çarşaf vardı. o mavi çiçekler bu parçaların taksit taksit kaybolabileceği olasılığını gözüme soktukları için(ve evet her seferinde çarşafı katlama işi de bana düştüğünden) lego oynamayı bıraktım ve o zaman bana çuval büyüklüğünde gibi gelen ama aslında yastık kılıfı kadar olan lego torbamı kaldırdım ve onun yerine daha harcanabilir olan ve o zaman bana yastık kılıfı kadar gelen ama geçen gün gördüğüm üzre bir çöp torbası kadar olan kinder oyuncaklarına döndüm. lego torbam nerede bilmiyorum ama şimdi düşününce benim hayatımdaki bu karamsarlık falan hep kinder oyuncaklarından kaynaklanıyor lan.
neticede ben yaratıcı bir çocukluk geçirmiş olsam da bir yerden sonra helikopterinin rotoru olmadığı için trafik raporunu taksiden veren radyo spikeri, kocasının belden aşağısı olmadığı için çok zor bir hayat geçiren ayı ailesini veya elinde bişey suratında da ifade olmadığı için anca karaktersiz şirin olabilecek tipleri canlandırarak geçirdim ilkokul 3ten sonrasını.
evet lego istediğimde alınıyordu hemen ama bir yandan da ilerde mimar olur bu diye düşünüyolardır kesin diye düşündüğümden peter pan tribiyle büyüklere hakkımda gelecek planları yapma hakkı vermemek için ve büyüdüm artık bilgisayarla oynamalıyım dediğimden lise sona kadar lego almadım (o da darth mauldu ki bi garip olmuştum)

şimdi
içimdeki bilimkurgu birikimi enginlere sığmama raddesine 5 kala. ben martixteki robotları, chutulhuyu, xenomorphları, predatorları ve sporada yarattığım envai çeşit yaratıkları gördükten sonra elle tutulabilir ve hatta daha önce görülmemiş şeyleri yaratma isteğinin içimde yanıp tutuşuyor oluşunu gözardı etmeye çalışırken... stumbleda lego heykelleri gördüm
oha veha yuha gibi hayranlık nidalarından sonra bu parçaların bazılarının benim daha önce hiç görmediğim türden olduklarını farkettim. legonun son zamanlarda bionicle gibi anlayamadığım action figure gibimsi tipler çıkardığını biliyordum ve içten içe ne hale geldi lan lego diyordum ki legonun sitesine girdim ve kibarca söylemek gerekirse göt oldum.
atlantis serisi gibi konsept olarak bi boka benzemeyen ama parça olarak hennee istiyoruuvv gibi tepkilere gark edecek şeyler vardı. bionicle dediğimiz olgunun da araçları aynı heyecanı yaratabilecek kadar güzel ayrıca.
fekaaaat
kendime bir liste yaptım (ve evet istediğim parçalardan bir sürüsüne ihtiyacım olacağından seçtiğim kitlerden 2 şer tane almam gerekiyordu ondan biraz fazla olabilir) veee
toplam 800$
istiyoruv evet de şimdi bi yandan da bakkala gidip kinder ne kadar acaba diye merak etmiyor değilim.
eskiden anne leblebi istiyorum demeye çalışırken bile gelen legolar artık daha güzeller ama kavuşamıyoruz.
kinder ucuz bişeyse eğğğ artık para kendi param gibi bi çıkarımda da bulunamadan (ki hala harçlık alıyorum) göt olduğumla kalıcam.
belki bi kutu alıp mahalledeki çocuklara dağıtmak gibi bir şirinlik yapabilirim lakin bizim sitede oturan piçler gayet zenginler. bir iki tanesini kekleyip yumurtaya karşı lego takası yapsam da olmaz zira kazık kadar adam çocuğa niye çikolata veriyor azizim gibi laflar edilebilir. ki neyse neticede sokarım lan
küstüm
ben lego istiyorum
elyın veryın tencere götlü kelyın yapıcaktım...

değil işte öyle

şimdi zaten bir yerlere birşeyler yazabilen biriyken neden ama neden bloga özendim?
1) çünkü özenebiliyorum.
2) bir de bakış açısına ihtiyaç duyduğunuz için benimkini ödünç vermeye karar vermişliğim falan var.
3) noktalama işaretlerini kullanmayı öğrenirim diye umuyorum.
4) babam güncemi okumasın bunu okusun dedim.