3.07.2012

Kedime kim bakacak?


  Aslında ölmekte olanlar, ölüler veya ölümle ilgili pek bir deneyimim yok. Süper giriş di mi? Neyse efenim şöyle bir gerçek var ki kendimi bildim bileli kafamın arkasında öl de kurtul anasını satayım lafı geçer.

  Reklamlardan kolay etkilenen biri olduğum gerçeğinden midir nedir bu ses beni bir iki kere bitmeyi denemeye itti. Şu an bu yazıları okuyabildiğinize göre başarısız olduğumu anlamışsınızdır (mevcut teknoloji seviyesi benim kadar laf yapabilen bot üretmeye yetmedi henüz). Başarısızlıkların getirdiği hırs da bir iki denemeye yol açtı tabi.

  Neticede ülserden başka birşey elime geçmiş değil. Amacın elimdekilerden tamamen kurtulmak olduğunu düşünürsek deminki cümle biraz tezat kaçıyor gerçi ama durum bu. Öte yandan bütün sülalede ülser olduğu göz önünde bulundurulursa formaldehitle de formaldehitsiz de bu noktaya gelebilirdim gibi geliyor.

  Eskisi kadar çok değil gerçi bu plan program halleri. Mesela eskiden yeni bir yere girdiğimde ocak elektrikli mi, havalandırma ne durumda, lavabonun altında hangi kimyasallar var veya kaçıncı kattayız diye düşünürken şimdi 10. katta oturmama rağmen hiç yere hızlı konmayı düşünmedim. Yalan söyledim. Düşündüm ama sonra kedime kim bakacak diye düşünüp vazgeçtim.

  Bu "Kedime kim bakacak?" kalıbı aslında sizin şu an bu yazıyı okuyabiliyor olmanıza sebeptir. Lise sondayken çok mutsuz olduğum bir günde rehberlik servisine gidip ağlayarak bunu sormuştum. İçim akıyor ve akan şey ziyan oluyor gibi bir his vardı. Sanırım buna anlaşılmama hissi deniyor da şimdi ben kimin neyini anladım ki tutup kimse beni anlamıyor tribine gireyim. Öte yandan benim anlamama sebebim dinlemiyor oluşum o ayrı. Aptallıktan değil yani. Neyse, neticede ailemi çağırdılar ben de eve gidip uyudum. Sonradan öğrendim ki bize sene başında "Beni abiniz olarak görmenizi değil abiniz olarak bilmenizi istiyorum." diyen adam babama oğlunuzun okula devam etmesi için rapor gerekebilir gibi birşeyler zıvalamış. Bu benim psikoloji okumamda ne kadar etkili oldu şu an bilemiyorum ama duyduğumda çok sinirlenmiştim. Konu bu değil belki ama sinirlendim işte ki sinirliyken kafamın arkasındaki fısıltı fıs özelliğini kaybediyor. Lakin daha sonra ne zaman ölüme yaklaşsam (10. kat balkonundan aşağı tükürürken mesela) hep kendime kedime kim bakacak diye sordum ve geri döndüm. Saçma bir durum aslında çünkü hayatımı istemsizce kurtaran kedi öleli 7 sene oluyor. Yerine yeni kediler geldiğine göre (ki 7 sene içinde ne yazık ki 8 tane kedim oldu - aynı anda değil) ölmeyi istemeyen tarafım sessiz ama daha başarılı. Ay evladım işte buna yaşama sevinci diyorlar demeyin. Pek eğlenmiyorum zira.

  Yakın hissettiklerime bu hislerimi anlattığımda ilgi çekmeye çalıştığım veya cool takılmaya çalıştığım gibi sonuçlara vardılar. Ki bu benim yakınlık algımın ne kadar hatalı olduğunu gösterse de aslında EMO edebiyatı yaptığımı da bana gösterdi. Kendimi mutsuz hissetmiyorum. Yoğun olarak kendimi mutsuz hissettiğim anlar genellikle ayrılık sonrası oluyor da bu bana özgü birşey değil zaten. Öte yandan kendimi mutlu da hissetmiyorum. Huzurlu da değilim ama zaten bizim eve ek uğramazdı huzur. Kızkardeşim intihara meyilli olmadığına göre huzur insanı hayata bağlayan birşey değil gibi bir çıkarıma ulaşabiliyorum. Ki ee yani?

  Şimdi düşününce ilgi çekmeye çalıştığım doğru. Yöntemler uyuşuyor tabi de bunun ötesinde ben bi bok yediğimde (örneğin cıva içmek) ilk yaptığım iş insanlara gidip içtim demek oldu.  Günlük hayatımızda öyle insanlar görmediğimizden midir nedir taşak geçtiler benle. Bir tayfa bana cıva demeye başladı ki aslında hoşuma da gitmedi değil. Lakin raz'dan sonra cıva'ya alışmak için kasmadım.

  Nasıl tür ilgi çekmeye çalıştığımı ise bilmiyorum. Kafamın gerisinde ne konuşulduğundan pek emin değilim zira. Bu öl de kurtul fısıltısı ortam sesinin çok üstünde de olabilir. Öyle ya ben geri kalan konuşmaları duymuyorum lakin götün biri (sub karakterlerime hakaret edebilme hakkım saklıdır) öl de kurtul diye bağırıyor olabilir.

  Kedime kimin bakacağı konusu ise aslında çok önemli değil. Sözün esas anlamı ben kedimi seviyorum... Sorun şu ki ben kendimi pek sevmedim sanırım. Ama kedi iyi, kedi güzel. Evde de bir tane ayna olduğuna göre şimdilik sorun yok.
 Buraya kadar intihar mektubu okuyormuş hissine kapılmış olabilirsiniz ama telaşlanmanıza gerek yok daha buradayım ben. Hem yeni kedi aldım. Gri.

  Neyse efenim biraz daha kendimden bahsedeyim de egom kapılardan sığmasın. Bu bitim denemeleri sonucunda nispeten korkusuz biri olduğumu farkediyorum. Geleceğe dair bir endişem de yok... En kötü ne olabilir ki diye düşündüğümde aklıma ölürüm cevabı geliyor. Aynı şekilde bu kadar tersine kasmışken sağlığıma dikkat etmek de içimden gelmiyor. Yani tam öyle değil. İçimden gelmiyor değil aklıma gelmiyor. Evlendiğimden beri "Mutfak lavabosunda bir sürü bakteri varmış." veya "Sifonu çekmeden önce klozet kapağını kapatmazsak bok parçaları havaya karışıyormuş." tadında şeyler söylüyorum ama açıkçası zerre umrumda değil. 

  Neyse demeye çalıştığım sık sık insanları öldürmeyi planlıyorum. Nadiren bu insanlar başka bedenlerde yaşıyor oluyorlar. Benim de onların da yaşıyor oluşu için tembelliğime şükredebiliriz sanırım.

  Ateist olmanın böyle yan etkileri var işte... Ölümden sonra bilincin devamına inanıyor olsaydım tabi ki bir göt korkum olurdu. Lakin düşen uçakta ateist olmaz lafını kıvırıp bu lafı edene monte edebilecek bir şans yakın zamanda elime geçti. Türbülansa girdik, herkes bağırış çağırışken (ki nedense çok az kişi dua ediyordu ya da herkes annesine tapıyor) benim içimden kısa bir "oh be" yi takiben "evet son düşünceleri alalım kapatıyoruz bünyeyi" ondan sonra da 7 sene önce ölen kedimi düşündüm. Mallrats adlı Kevin Smith filminde düşen bir uçakta herkesin masturbasyona başladığını anlatıyordu. Uçak düzeldikten sonra herkes aletleri pantolona geri koyup hiçbirşey olmamış gibi takılmışlar. Bizim yaşadığımız 5 dakikalık genel panik hali sonrasında bir çok annein kulağı acıyla çınladıktan sonra bir sürü yarabbim şükür duydum. Burdan nasıl bir şey çıkarmalıyım bilmiyorum ama böyle de bir data var yani.

  Neyse biraz da yazı boyunca bahsettiğim kediyle ilgili birşey anlatmak istiyorum ki saygıyla anmış olayım. Shinji (kedinin adı buydu) bana nasıl öldüğümüzü ve ölüyle canlı arasındaki farkı gösterdi. Kendisi benim en yakın arkadaşlarımdan biri olduğu için uyutulurken yanında olmak istedim. İlaç etkisini gösterirken çenesinin altını okşayıp gözünün içine bakmanın en doğru hareket olduğunu düşündüm. Terminator 2'nin sonundaki gibi aslında. Gözün içinde bir ışık sönüyor aslında ama tam öyle değil. Göz rengi bir ton açılıyor gibi. Shinji öyle birden bir büyüyle 5 kilo ete dönüştükten sonra ise son bir ayda çektiklerini düşününce biraz rahatlamıştım. Acaba son anda o ne düşünüyordu diye merak ediyorum bazen. Korkuyor olamayacağına göre... ne?

  İnsanlar korkuyor da korkmasalar ne farkedecek? Ölürse insan bilir mi Dünya?